23 Nisan 2010 Cuma

HİPERTANSİYON:

HİPERTANSİYON:

Hipertansiyon (yüksek tansiyon), insan sağlığını ciddi fakat sinsi bir biçimde tehdit eden bir durumdur. Yüksek tansiyonun kendisi bir hastalık değil, vücutta gelişen bazı hastalıkların yarattığı sonuçlardan biridir. Ancak yüksek tansiyon geliştikten sonra kendisi de birçok hastalıkların başlıca nedenini oluşturmaktadır. Hipertansiyona halk arasında büyük bir sıklıkla rastlanmaktadır. Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri’nde, halkın % 10-15′inde hipertansiyon olduğu saptanmıştır. Bu oran son derece yüksek bir orandır. Hipertansiyon kesinlikle yaşam süresini kısaltmaktadır. Tansiyonun yüksekliğiyle yaşamın kısalması birbirine paralellik göstermektedir. Tedavi görmeyen bir hipertansiyon hastasının, hipertansiyonun yerleşmesinden sonra ümit edilen yaşam süresi 20 yıl kadardır. Ancak gerek Brtansiyonu gerekse bunu yaratan asıl „ atalığı tedavi edilen kişiler, normal bir insanın yaşam süresine erişebilmektedirler. Bilindiği gibi kalbin kasılması (yani sistol) sırasında saptanan kan basıncı değerine “Sistolik tansiyon” denilmektedir. Sistolik tansiyon halk arasında, “Büyük tansiyon” olarak bilinir. Kalbin diastol denilen gevşeme döneminde saptanan kan basıncı değerine ise “Diastolik basınç” denilmektedir. Diastolik basınç, halk arasında “Küçük tansiyon” olarak bilinmektedir. Tansiyon değerleri mm./cıva cinsinden,, ölçülür. Ölçüm sonucu bulunan değerlerden önce sistolojik olanı, sonra bir kesir çizgisi çizilerek diastolik olanı, daha sonra ise mm./cıva olduğu yazılır. Buna göre tansiyon değeri için 120/70 mm. /cıva yazıldığında, sistolik tansiyonun 120 mm./cıva, diastolik tansiyonun ise 70 mm./cıva olduğu anlaşılır. Erişkin bir insanın dinlenme anındaki kan basıncı, yani tansiyon değerleri 150/90 mm/cıvanın üstünde ise bu insanda tansiyon yüksekliğinin bulunduğu söylenir. Tansiyon yüksekliği, yalnız sistolik tansiyonu ya da yalnız diastolik tansiyonu ya da her ikisini içeriyor olabilir. Bunlar arasında en önemlisi diastolik tansiyonun yüksek oluşudur.

Eğer tansiyon yüksekliği 200/140 mm/cıva düzeyine ve daha yukarısına erişmişse, bu duruma “Malin hipertansiyon” denilmektedir. Hipertansiyon vakalarının yaklaşık % 90′mın nedeni bilinmemektedir.Bu tip hipertansiyonlara-”Primer hipertansiyon” ya da “Esansiyelhiper-. tansiyon” denilmektedir. Geri kalan % 10 hipertansiyon vakasının ise nedeni bilinmektedir. Bu tip hipertansiyon vakalarına ise “Sekonder hipertansiyon” denilmektedir. Hipertansiyonun belirtileri, tamamen bu durumun damarlar ve organlarda neden olduğu bozukluklardan kaynaklanmaktadır. Yüksek tansiyon özellikle damarları etkilemekte ve bunlarda artcrioloskleroz ve atheroskleroza neden olmak-liidır. Damarları bozulan organlar ise normal işlevlerini yerine getirememektedirler. Bu ise hastalarda, yüksek tansiyonun hazırlayıcı etken olarak rol oynadığı belirtilere yol açmaktadır. Hipertansiyonun en sık ve ciddi olarak etkilediği organların başında, kalp, beyin ve gözler gelmektedir. Bu organların etkilenmesiyle, hipertansiyonu düşündürecek olan diğer belirtiler ortaya çıkmaktadır. Hipertansiyonun hiçbir belirtisi yalnız kendisine özgü değildir. Hipertansiyonun belirtilerini, etkilemiş olduğu organa göre ayrı ayrı ele almayı uygun buluyoruz. (Tansiyon ile ilgili tamamlayıcı temel bilgileri, bu bölümdeki “Tansiyon” adlı başlıkta bulabilirsiniz).

Kan basıncının 90/140 mm cıva basıncının üzerine çıkmasıdır. Esansiyel hipertansiyon en sık görülen türdür; şişman, içine kapanık ve büyük kentlerde yaşayanlarda sıktır. Böbrek, sinir sistemi, kalp ve damar hastalıklarında, gebelikte ve hormon dengesizliklerinde hipertansiyon görülebilir. Hipertansiyon kalp ve damarları etkileyerek ölüme yol açar.


HİPERTANSİYON BELİRTİLERİ:

Hipertansiyonun belirtileri, yüksek tansiyonun bozmuş olduğu damar ve organlardan kaynaklanmaktadır. Hipertansiyon özellikle kalbi, beyni, gözün retina tabakasındaki damarları ve böbrekleri etkilemektedir. Yüksek tansiyonun değişik belirtileri, bu organların bozulan işlevleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak bu belirtilerin çıkmasıyla hipertansiyonun teşhis edilmesi belli bir gecikmeyi de yansıtmaktadır. Beynin e İkilenme siyle ortaya çıkan belirti ve özellikleri şöyle verebiliriz; Hastalar sabah uyandıklarında özellikle kafanın arka (oksipital) tarafında bir baş ağrısı duyarlar. Bu baş ağrısı günün ortalarına doğru hafifleyerek kaybolur. Ancak oksipital bölgedeki “sabah baş ağrısı” kural değildir. Baş ağrısı günün herhangi bir saatinde ve başın herhangi bir bölgesinde de ortaya çıkabilir. Hastalar baş dönmesinden de yakınırlar. Bu belirti oldukça sık görülür. Bir diğer belirti ise kulak çınlamasıdır. Beyin kanamaları, felçler, hafıza bozuklukları, kişilik değişiklikleri de yüksek tansiyonun beyin yoluyla kendini ortaya koyduğu belirtilerdendir. Yüksek tansiyon nedeni ile gözün retina tabakasındaki atardamarlarda daralmalar ve kanamalar görülebilir. Ağır vakalarda “Papilla” ödemi gelişir. Gözdeki bu değişiklikler görme bozuklukları ve hatta körlüğe bile neden olabilir. Tansiyonun yüksek oluşu kalbin iş yükünü çoğaltır. Kalp kası artan bu iş yükünü karşılayabilmek amacıyla önceleri büyür (hipertrofi] ancak büyümüş olan kalp, bir süre sonra kendisini bırakır ve genişler (dilatasyon). Kalp artık eskisi kadar güçlü kasılamaz, böylece kalp yetmezliği belirtileri ortaya çıkmaya başlar. Kalp kasının büyümesi, kalbin oksijen gereksinimini artırır. Buna karşılık, kalbin koroner damarları artmış olan bu gereksinime yanıt verebilecek duruma gelemezler. Hele yüksek tansiyon nedeni ile koroner damarlarında athe-rosklerotik değişikliklerde gelişmişse, bunun sonucu olarak koroner kan dolaşımı ileri derecede bozulur ve kalpte iskemik belirtiler ortaya çıkar. Nefes darlığı, angina pektoris, çarpıntı, öksürük gibi belirtiler kalp yetmezliği ve iskeminin yerleşmiş olduğunu gösteren belirtilerdir (kalp yetmezliği ve angina pektoris başlıklarına bakınız].

Yüksek tansiyon nedeni ile böbrek damarlarında arteriolosklerotik değişiklikler geliştiğinde, böbrekler yeterince kanlanamazlar. Bunun sonucu olarak da bu organların işlevi olan kanın süzülmesi işlemi aksar. Bu durum tansiyon yükselmesine yol açar. Hastaların idrarlarında bir miktar protein ve alyuvarlara rastlanır. İlerlemiş vakalarda böbrek yetmezliğine ait belirtiler ortaya çıkar. Burun kanaması, fazla terleme, çok su içme, çok idrara çıkma, halsizlik gibi belirtiler yüksek tansiyonu yaratan nedene bağlı olarak ortaya çıkan diğer belirtilerdir.

HİPERTANSİYON GELECEĞİNİ OLUMSUZ ETKİLEYEN ETKENLER

1) Erkek olmak

2) Hipertansiyonun genç yaşta başlaması

3) Diastolik basıncın sürekli olarak 115 mm./cıvanın üstünde olması

4) Kalbin büyümüş olması

5) Kalp yetmezliğinin gelişmiş olması

6) Kalpte iskemik bozuklukların gelişmiş olması

7) Böbrek işlevlerinin bozulmuş olması 8} Beyin damarları ve beyin bozukluklarının gelişmiş olması

9) Gözün retina tabakasında damarsal bozuklukların yerleşmiş olması

10) Göz papillasının ödemli olması (papilla ödemi)


kanlanma eksikliğidir. Bir dokuya gelen kanın yetersiz oluşu, o bölgede oksijen eksikliğine, besleyici maddelerin eksilmesine ve hücrelerdeki metabolizma artıklarının dokuda birikmesine neden olmaktadır. îskeminin neden olduğu bu üç olay, sonuç olarak jskemik bölgedeki hücrelerin ve dolayısıyla dokunun normal işlevlerini yerine getirmesine engel olmakta, daha ağır ve uzun süren iskemilerde ise hücrelerin ölmesine neden olmaktadır, iskemi nedeni ile herhangi bir dokuda hücrelerin ölmesine, yani dokunun nekroza uğramasına. “İnfarkt” denilmektedir. Kalpte gelişen infarktüse ise “Miyokard infarktüsü” adı verilmektedir.

İskemi,dokuya gelen kan miktarının azalması sonucu gelişebileceği gibi, yeterli miktarda gelen kanın özellikle oksijen yönünden yeterince zengin olmamasıyla da ortaya çıkabilir. Dokuya gelen kanın miktarı ile kalitesinin yeterli olmasına karşın, dokunun artmış olan oksijen ve kan gereksiniminin yeterince karşılanamaması da iskemik bir tablonun doğmasına yol açabilir. Görüldüğü gibi, iskemi olayı, bir yerde dokunun kan ve oksijen gereksinimiyle dokuya gelmekte olan kanın miktarı ve özellikle oksijen bakımından kalitesi arasındaki dengeye bağhdır. Diğer bir anlatımla iskemi, dokularla kan arasında kurulmuş bir “istenim, sunum” (arz talep) dengesidir. İskemik kalp hastalıkları, kalp kasnını oksijen gereksinimi ile kalbin koroner damarlarının bu gereksinime yanıt vermesi arasındaki olumsuz dengeden kaynaklanmaktadır. Bu olumsuz denge, çeşitli nedenlerden kaynaklanabilmektedir. Bunların başında kalbin koroner damarlarının atheroskleroza bağh olarak daralmaları gelmektedir. Daha az sıklıkla rastlanan diğer iskemi nedenleri ise şunlardır: Koroner damarlarının kan pıhtısıyla tıkanmaları, koroner damarların spazmı, koroner damarların aortadaki deliklerinin daralması, koroner damarlardan birinin ya da ikisinin, doğumsal bir anormallik olarak aorta yerine, trunkus pulmonalisten doğması, kalp kasının büyüyerek kan ve oksijene olan gereksiniminin artması, anemi (kansızlık) sonucu kanın yeterince oksijen taşıyamaması, tansiyon düşük olması.

HİPERTANSİYON YARATAN ETKENLER:

Çeşitli hastalıklar ve hastalık dışı bazı özel durumlar tansiyonun yükselmesine neden olmaktadır. Bunlardan bazıları yalnız sistolik tansiyonun yükselmesine neden olurken, bazıları da hem sistolik hem de diastolik tansiyonun yükselmesine neden olmaktadır. Tabloda tansiyon yüksekliğine yol açan etkenler kısaca belirtilmiştir. Bu etkenlerden bazıları bu bölüm içinde incelenecektir. Bazıları ise ayrı başlıklar halinde ele almaç aktır.

Yalnız sistolik tansiyonun yüksek oluşu, damar ve organlar için ciddi tehlikeler yaratmaz. Primer aldosteronizmde, salgılanmakta olan aldostero-nun etkisiyle hastanın vücudunda tuz ve su birikirken, böbreklerden fazla miktarda potasyum kaybedilir ve kanın potasyum miktarı düşer (hipokalemi). Primer aldosteronizm konusu ansi-lopedinin “Hormonlar bilimi” bölümünde anlatılmıştır. Feokromositomada salgılanmakta olan katekolaminler, damarlar üzerine etki ederek tansiyon yükseldiğine neden olmaktadırlar. Den ğum kontrol hapları da bazı kadınlarda hipertansiyona neden olmaktadır. Bunun nedeni doğum kontrol haplarında bulunan östrojen hormonunun ” Aniiotensinojen” denilen hormonun yapımını artırmasıdır. Bilindiği gibi anjiotensüıojen, . böbreklerden salgılanan ve “Renin” adını alan bir hormonun etkisiyle, “Anjiotensin” denilen maddeye dönüşmektedir. Anjiotensin ise böbreküstü bezinden (sürrenal) aldosteron salgılanmasına damarların büzülmesine ve katekolamin denilen bazı sinir hormonlarının salgılanmasına neden olarak, tansiyonu yükseltir. Doğum kontrol haplarına bağlı olarak hipertansiyon gelişen kadınlarda bu hapların kullanımma hiç değilse 6 ay ara verilip, hipertansiyonu yaratabilecek olan başka nedenlerin varolup olmadığı araştırılmalıdır.

HEM SİSTOLİK HEM DİASTOLİK HİPERTANSİYON NEDENLERİ

1) Primerhipertansiyon (Esansiyel hipertansiyon): bütün hipertansiyon vakalarının %90′nım oluşturmaktadır.

2) Kronik pivelonef rit böbrek dokusunun ve böbrek helvisinin müzmin iltihabı)

3) ReDovasküler nedenler (böbrek atardamarlarının çeşitli nedenlere bağlı olarak daralmaları ya da tıkanmaları)

4) Glomerülonefrit [böbrek glomerüllerinin iltihaplanması)

5) Polikistik böbrek (böbreklerde kistlerin bulunması)

6) Feokromositoma (sürrenal medulladan kaynaklanan ve katekolaminler salgılayan bir tömür)

7) Akromegali (büyüme hormonunun aşırı salgılanması}

8 ) Cushing sendromu (sürrenal korteksten kortizol hormonunun aşırı salgılanması)

9) Primer aldosteronizm (Conn sendromu): Sürrenal kor-tekste aldosteron salgılayan bir tümörün bulunması

10) Aorta koarktasyonu (Aorta kavisinde doğumsal olarak darlık olması)

11) Sinir sistemini ilgilendiren çeşitli hastalıklar

12) Eklampsi

13) Doğum kontrol hapları

ikincisi ise böbreğin esas dokusunu (parenkim} ilgilendiren hastalıklardır. Böbrek damarlarındaki bozukluk ve hastalıklardan kaynaklanan hipertansiyonlara "Renovasküler hipertansiyonlar" denilmektedir. Böbreğin 'esas (parenkim) dokusundan kaynaklananlara ise "Böbrek parenkim hipertansiyonları" denilmektedir. Renovasküler hipertansiyon vakalarında, böbreğin atardamarlarından bir ya da birkaçında gelişmiş olan atheroskleroz ya da böbrek damarları komşu bir dokudan kaynaklanan bir tümörün baskısı sonucu daralabilir. Bu gibi durumlarda, böbrek dokusuna yeterli basınçta ve yeterli miktarda kan gidemez. Bu durumda böbreklerden "Renin" denilen hormon salgılanır. Renin hormonu anjiotensinojen-anjiotensin -aldosteron zinciri üzerinden hipertansiyona yol açar.

Böbrek parenkim hipertansiyonları ise çeşitli hastalıkların böbreklerin esas dokusunu bozmaları sonucu gelişirler. Bu hastalıklara örnek olarak "Glomerülonefrif'leri, "Piyelonefrifi, "Polikistik böbreği" gösterebiliriz. Böbreklerin esas dokusunun bozulmasıyla, bu organların kanı süzme işlevlerinde aksaklıklar gelişir. Bunların içinde hipertansiyon yönünden en önemli olanların başında, vücuttaki fazla tuz ve suyun böbreklerden atılamayıp vücutta ve kanda birikmesi gelir. Bu birikim ise tansiyonun yükselmesine neden olmaktadır. Böbreklerin esas dokusunda bozukluk "Bradikinin" ve "Prostag-landin" adlı iki maddenin azalmasına neden olmaktadır .Sözüedilen bu iki maddenin böbrekler tarafından da üretildiği düşünülmektedir. Böbrek esas dokusunun zedelenmesi sonucu bu maddelerin azaldığı düşünülmektedir. Gerek bradikinin gerekse de prostaglandin damarlar üzerine genişletici etkiye sahiptirler. Bu maddelerin azalmasıyla damarların genişlemesinde de bir azalmanın gelişeceği ve buna bağlı olarak da tansiyonun yükseldiği düşünülmektedir.

HİPERTANSİYONUN TEDAVİ İLKELERİ:

Yüksek tansiyon kesinlikle tedavi edilmesi gereken bir durumdur. Tedaviye başlamadan önce, yüksek tansiyonun hangi tipte olduğu ortaya konulmalıdır. Başlıca üç tedavi yöntemi
vardır. Bunlar "İlaç tedavisi", "Cerrahi tedavi" ve Alışkanlıkların düzenlenmesi"dir. Yüksek tansiyonun tedavisinde kullanılmakta olan çeşitli ilaçlar vardır. Bu ilaçlar değişik yollardan çleğişik etkiler oluşturarak, tansiyonun ' düşmesine yardım etmektedirler. Bu ilaçların etki yerleri ve etki biçimleriyle ilgili bilgiler, bu bölümün sonunda yer alan "Kalp hastalıklarında kullanılan ilaçlar" adlı başlıkta verilmektedir. Sekonder hipertansiyon vakalarının bazılarında ise daha Önce belirttiğimiz çeşitli tümörler ve böbrek damarları tıkanmaları sorumlu olmaktadır. Bu gibi tümörlerin cerrahi olarak çıkartılmasıyla, hipertansiyon tedavi edilebilmektedir. Böbrek damarları ileri derecede yaygın olarak bozulmuş vakalarda, böbrekte artık iyileşemeyecek bozukluklar gelişeceğinden, etkilenmiş olan o böbreğin çıkartılmasıyla hipertansiyon vakalarının tedavisi mümkün olmaktadır. Böbreğin büyük bir damarı tıkandığında ve böbrek dokusu da fazla bozulmadığında, damarın tıkanmış olan noktasının ön ve arka bölgeleri arasında başka bir damar aracılığı ile bir köprü kurularak, tıkanık bölge bir yan yol ile aşılmış olunur. Bu tip ameliyatlara "Baypas" ameliyatları denilmektedir.

Hipertansiyonlu hastaların ilaç kullanmalarına karşın, günlük tuz alımlarını azaltmaları, fazla kilolarını da .atmaları gerekmektedir. Diğer yandan bu kişilerin kesinlikle sigara alışkanlığından vaz geçmeleri gerekmektedir. Daha sakin bir yaşamıyeğlemeleri ise kuşkusuz sağlıkları açısından önemlidir. Düzenli olarak yapılan spor çalışmaları ise kesinlikle kan basıncının düşmesine yardım etmektedir. Ancak kişinin seçeceği sporun gerek cinsi gerekse de ağırlığı, kişinin kalbinin karşılayabileceği düzeyde olması gerekmektedir. Yürüyüşler, hafif koşular, yüzme ülkemizinkoşuilarmdakolayca gerçekleştirilebilecek olan spor çalışmalarıdır. Yüksek tansiyon vakaları gerektiği gibi tedavi edildiklerinde, normal yaşam süresini kısaltmamaktadır. Tedavi edilmeyen vakalar ise en fazla 20 yıl içinde kaybedilmektedir. Bazı etkenler yüksek tansiyonlu hastanın geleceğini olumsuz yönde etkilemektedir.

ESANSİYEL HİPERTANSİYON (PRİMER HİPERTANSİYON):

Hipertansiyon vakalarının % 90'ını esansiyel hipertansiyon oluşturmaktadır. Günümüzün tıbbi olanakları, bu vakaların altında yatan hazırlayıcı nedeni henüz ortaya koyabilmiş değildir. Ancak ailesel eğilimin önemli bir etken olduğu bilinmektedir. Kadınlar erkeklere oranla daha sık olarak primer hipertansiyona yakalanmaktadırlar. Esansiyel hipertansiyon sıklıkla 25-55 yaşları arasında başlamaktadır. İlk dönemlerde tansiyon yüksekliği tamamen yerleşmiş değildir. Fakat daha sonraları olay tamamen yerleşir .ve tansiyonun sürekli olarak yüksek olduğu saptanır. Primer hipertansiyon ancak damar ve organların çalışmalarını bozduğu zaman belirtiler oluşturmaya başlar. Bundan önce ise uzun süren bir sinsi dönem geçirir. Bu sinsi dönemde teşhise varılması, genellikle rastlantılara bağlıdır. Bu dönemde teşhis edilmiş olan primer hipertansiyon vakaları, kişinin sağlığının geleceği açısından büyük Önem taşımaktadır. Primer hipertansiyon teşhisine varılabilmesi için, sekonder hipertansiyonun kesinlikle saf dışı edilmesi gerekmektedir. Yani yüksek tansiyona neden olan hastalıklardan hiçbirinin o kişide bulunmadığı ortaya konulmalıdır. Primer hipertansiyonun klinik belirtileri yüksek tansiyondan etkilenmiş olan damar ve organların bozulmuş olan işlevlerinden kaynaklanmaktadır.

PORTAL HİPERTANSİYON:

Bilindiği gibi sindirim kanalından emilen besin maddeleri, bu kanalın duvarında bulunan ince toplardamar-lardaki kana karışmaktadır. Bu damarlar daha sonra birbirleriyle birleşerek sonunda tek bir büyük toplardamara açılmaktadırlar. "Vena porta" denilen bu damar, sindirim kanalında emilen besin maddeleri yönünden zengin olan kanı karaciğere taşımaktadır. Karaciğere gelmekte olan kanın % 75'ini vena porta taşımaktadır. Geriye kalan u/o 25'lik bölüm ise karaciğer atardamarı İle gelmektedir. Karaciğere geien her iki kan,karaciğer hücreleri tarafından işlendikten sonra, "Vena hepatika" denilen toplardamar yoluyla vücudun en büyük iki toplardamarından biri olan "Vena kava inferior" denilen damara boşaltılmaktadır.
Karaciğer dokusu içideki (herhangi bir nedene bağlı olarak) kan dolaşımı dirençle karşılaşacak olursa, "Vena porta" adlı toplardamar içindeki kan basıncı normalin üstüne çıkar. Bu basmç artışı ise vena porta damarını besleyen en küçük toplardamar birimlerine kadar yansır. Eğer bu damar birimlerine portal damar ağı ya da portal sistem diyecek olursak, şöyle bir kavram konuya basitlik kazandırabilir. Karaciğer iqindeki damarlarda kan akımına karşı bir direnç gelişecek olursa, bu damarlardaki ve portal damardaki kan basıncı yükselir. Bu basmç yükselmesi portal damar ağına da aynen yansır. Burada portal damar içindeki kan basıncının normal olduğunu belirtelim. Karaciğerde siroz geliştiğinde, dokunun içindeki nedbeleşme kan damarlarında normal kan akışını bozar, zorlaştırır, diğer yandan hasar görmüş olan karaciğer bölgelerinde de damarların sayısı da azalır. Her iki olay karaciğer içindeki kan dolaşımının dirençle karşılaşmasına ve buna bağlı olarak da portal damarda ve portal sistemde kan basıncı yükselmesine yol açar. Eğer vena portadaki kan basıncı 25-30 cm/su basıncını aşacak olursa, portal hipertansiyondan, yani portal damarda tansiyon (basınç) yüksekliğinden söz edilir. Vena portaya dalaktan da damar gelmektedir. Diğer yandan portal sistem, vücudun bazı bölgelerindeki diğer bazı toplardamarlarla da bağlantı kurmaktadırlar. Bu bağlantılar özellikle özofagusun son bölümünde, anusun hemoroid venalarında ve karaciğerin arkasında bulunan bazı toplardamarlarda görülmektedir. Portal damar sistemindeki basınç artışı, yukarıda değindiğimiz vücudun diğer toplardamarlarına da yansır. Bunun sonucu olarak da, yani portal damar sistemindeki basmç artışının yukarıda değindiğimiz toplardamarlara yansımasıyla, bu damarlarda genişlemelere ve varisleşmelere yol açmaktadır. Örneğin portal damar sistemindeki basınç artışı özofagusun son bölümündeki toplardamarlara yansımasıyla, özofagusda mukoza yüzeyinin altında varisler oluşmaktadır. Bu varisler ise zaman zaman kanayabilmektedirler. Bu kanamalar hastanın yaşamını tehlikeye sokacak boyutlara varabilmektedir. Benzer varisler de rektumun "Hemoroid" toplardamar ağında gelişmektedir. Karaciğerin arkasındaki bazı toplardamarlar ise bir yandan portal damar sistemiyle bağlantı içindeyken, diğer yandan da karın Ön duvarındaki toplardamarlarla bağlantı içindedirler. Bu nedenle portal hipertansiyon karaciğerin arkasında bulunan toplardamarlar aracılığıyla karın ön duvarındaki toplardamarlara yansımaktadır. Bu durumda hastanın karın derisindeki toplardamarların genişleyip kıvrımlarını arttırıp, belirgin bir hale geldikleri görülür. Bu damarlar göbek deliğinden çevreye doğru ışınsal bir yayılma gösterirler. Üu görünüme "Kaput meduza" denilmektedir. Dalaktan gelen bir toplardamarın vena portaya birleştiğini belirtmiştik. Bu durumda portal sistemdeki kan basıncının artışı dalağa da yansıyacak ve bu organda kan göllenmesiyle büyümeye (splenomegali) yol açacaktır. Portal hipertansiyon geliştiğinde, karaciğer koması gelişme riski de artmaktadır. Portal hipertansiyonda vena portadaki kan basıncının düşürülmesi için bu damar ile yakındaki bazı büyük toplardamarlar arasında cerrahi girişimlerle bağlantılar oluşturulmaktadır. Varislere karşı da cerrahi girişimler gerekebilmektedir.

MALİN HİPERTANSİYON:

Sistolik kan basıncının 200 mm./cıva, diastolik kan basıncının ise 140 mm/cıvanın üstünde olduğu vakalar için "Malin hipertansiyon" deyimi kullanılır. Kan basıncının çok yüksek değerlere ulaşmasından özellikle böbrekler, gözün retina tabakasındaki damarlar, beyin ve kalp etkilenmektedir. Böbrek atardamarlarında nekrozlar gelişmekte ve hasta süratle ağır bir böbrek yetmezliğine girmektedir. Malin hipertansiyon (ağır hipertansiyon] erkeklerde 40-50 yaşları arasında daha sık gelişmektedir. Kadınlarda ise bundan yaklaşık on yıl sonra ortaya çıkmaktadır. Malin hipertansiyonun belirtileri ve diğer yüksek tansiyon vakalarında olduğu gibi, etkilenmiş olan damar ve organlardan kaynaklanmaktadır. Ancak bu belirtiler daha hızlı ve ağır seyretmektedir.

Tedavi görmeyen malin hipertansiyon vakalarının yaklaşık yarısı ilk 6 ay içinde kaybedilmektedir. Diğer yarısı ise ikinci altı ay içinde ölümle sonuçlanmaktadır. Vakaların yaklaşık % 70′i böbrek ve kalp bozuklukları nedeni ile kaybedilirken, % 20 vaka ise beyinde gelişen damarsal bozukluklardan kaybedilmektedir.

HİPERTANSİYONA BAĞLI BAŞ AĞRISI:

Yüksek tansiyonun geliştiği hastalarda, damar hastalığının yerleşmeye başladığı dönemlerde tansiyondaki küçük oynamalar,baş ağrısına neden olmaktadır. Ağrı, başta bir ağırlık duygusu biçiminde olmaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder